Sendikasızlaştırma
Süreci
Piyasa
toplumunun yapılandırılmaya çalışıldığı 90’ların başında, basından medyaya bir
anda hızlanan dönüşümle (basın işletmelerinin çok göreceli müstakil (bağımsız)
konumundan tümüyle çıkıp giderek büyük sermayenin/holdinglerin ve çeşitli dinî
cemaatlerin çok ortaklı sermayesinin kontrolü altına girmesi; işletme ve yazı
işleri yönetimlerinin örgütlenmesi; editoryal önceliklerin, ticari ve tüm
içeriksel hedeflerin, çalışan kadrolarının, haber politikalarının, haber
değerlerinin değişimi; teknolojiye odaklanma gibi stratejilerle) sektör tümüyle
piyasa mantığının hakim olduğu bir rotada ilerlemiş ve genişlemiştir. Ülkedeki
12 Eylül rejimi ile ivme kaydeden neo-liberal genel ekonomik ve siyasal
programın belirlediği düzlemde ortaya çıkan ve en başta emeğin ekonomik ve
siyasi konumunu zayıflatan, ağır bir kuşku odağı haline getiren çeşitli
baskılayıcı dönüşümler gazetecilik mesleğini de ciddi değişmelerle karşı
karşıya bırakmıştır.
İlerleyen
dönemlerde sektörde yaşam düzeyi çok yükselen küçük bir çalışan grubu öne
çıkarken, çok çeşitli kategorilerde haber üretim sürecinin birincil ayağı
konumundaki gazetecilerin çoğunluğu kazanım ve konumlarından biraz daha
kaybetmiştir. Dünyayı örnek göstererek piyasa mantığını tek meşru yol olarak
izleyen yeni yapılanma sürecinde, köklü demokratik gelenekleri de olmayan
sektörde çalışma ilişkileri kolaylıkla yeniden şekillendirilmiştir.
Gazetecilerin meslek sendikasının kendi stratejik yanlışlarıyla da birlikte
hızla işlevsizleştirilmesi, işverenlerin basın-iş yasasını uygulamama çabaları,
ekonomik, sosyal haklar çerçevesinde çalışanların örgütlü ve bireysel
mücadelelerinin engellenmesi gibi sınıf tabanlı ekonomik talepleri yoksayan
durumlar doğal bir süreç gibi işletilmiştir. Çalışanların giderek tamamına
yakını işverenlerin belirlediği bireysel sözleşmelere ve uygulamalara tâbi
kılınmış, buna yönetici konumundaki gazetecilerden de çeşitli biçimlerde (köşe
yazarları, yöneticiler bu konularda genellikle sessiz kalmıştır) destek
gelmiştir. Haber üretiminde beden ve zihin emeğiyle yer tutan iş gücünü temsil
etmede sektörün bir bölümünde nispeten etkin olabilmiş meslek sendikası, kendi
özel sorunlarıyla birlikte bu koşullarda toplu sözleşme düzenini sürdürme ve
mesleğe ilişkin söz söyleme gücünü hızla yitirmiştir. Medya endüstrisinin aktörleri
ve siyasi iktidarlar da ancak etkisiz bir kurum olarak kalmasına izin
vermişlerdir. Serbest piyasa ekonomisi ve bireyselleşme kültürü ile meşruiyet
sağlanmışken meslek profesyonellerinin önemli bir bölümünü oluşturan basın
emekçisi muhabirlerin özlük haklarının zedelenmesi, çalışma ve geçinme
koşullarının kötüleşmesi yaygın (doğal) bir durum haline gelmiştir.
Geçmişte,
meslekte rol modeli olan gazeteciler yerine medya piyasasının ticari mantığına
uygun olarak marka isimler diye tarif edilen bir bölüm yönetici, köşe yazarı,
star gazeteci, özlük haklarını konu etmeyen, basın iş yasasına göre çalışır
görünse de göstermelik asgari ücret yazılı sözleşmelere imza atan, gerçekte
aldıkları yüksek ücret ve olanaklarla modern medya işvereninin gücünü, cazibesini,
ayrıcalıklı yaşam tarzlarını, zenginlik, sınıf atlama ve servet sahibi olmayı
temsil eden bir konuma gelmiştir. Ekonomik ve sosyal haklar bakımından geriye
gidiş normalleştirilirken, iş güvencesinden yoksunluk ve sendikasızlık
gazeteciliğin bireysellik mesleği olarak tarifine ve profesyonelliğe uygun
sayılmıştır. Çalışanlar açısından tek yasal dayanak olarak kalan 212 sayılı
basın-iş yasası işverenler ve yönetici gazeteciler tarafından “işletmeyi
batıracak bir yük” olarak tanımlanırken, mümkün oldukça uygulanmaktan
kaçınılmıştır.
Basın
özgürlüğü ile gazetecinin özgürlüğü birbirinden farklı kavramlardır. Ancak
genellikle basın özgürlüğü gazetecinin de özgürlüğü olarak anlaşılır. Kurum
olarak medyaya sağlanan ya da sağlanması gereken özgürlükler ve ayrıcalıklarla
ilgili uygulamalar ve tartışmaların kuruma mevcut gücü kazandıran içeriği
üreten “bağımlı çalışanı” da kapsadığı sanılır. Oysa yalnızca bir “bağımlı
çalışan” olarak gazetecinin kendi işvereni karşısındaki konumu irdelendiğinde
bile basın özgürlüğünün aslında gazetecinin özgürlüğü olmadığı apaçık ortaya
çıkar.
İster
kamu adına bir dördüncü güç olarak, isterse toplumların kendisinin de içinde
yer aldığı sermaye ve politik güç odaklarının beklentilerine uygun biçimde
yönlendirilmesi görevini yerine getiren bir kurum olarak medyanın işlevleri ve
yapısı her zaman o yapının içinde yer alan
“insan”ın önünde yer almıştır.
Özgürlük
ve ayrıcalık gerçekte kime ve neye tanınmaktadır? Bir “bağımlı çalışan” olarak
gazetecinin kendi işvereni karşısındaki konumu nedir?
Gazeteci
medyanın bunca etkili işlevlerindeki temel rolüne rağmen alana yönelik
araştırmalarda bir “bağımlı çalışan” olarak içinde olduğu koşullarla pek fazla
ele alınmamıştır. Bu analizlerde, sunumlarda işsizlik, asgari ücret, fazla
mesai alamama, uzun çalışma saatleri, iş güvencesinin yokluğu ve ortadan
kaldırılması, kitleler halinde işten çıkartma, kitleler halinde emekli etme
gibi insanın gerçek yaşam koşulu yer almamaktadır. “İnsan”ı geri plana atan bu
anlayışla ileri sürülen gerekçelerin geçerliliği tartışmalı ve sosyal devlet
anlayışının dışındadır.
Medyada
Sendikalaşmanın Durumu
İlk
gazeteci örgütlerinin mesleki çıkar esasına göre değil, dostluk bağlarının
geliştirilmesi ve ahlaki standartların belirlenmesi gibi amaçlarla dernek
şeklinde kurulduğu zamanla ortak hak ve menfaatlerin korunması amacıyla
sendikaya dönüştükleri belirtilmektedir.
Sendika, malum tarihimizde sistematik olarak
olumsuz anlamlarla donatılmış bir kavram. Örgütlenme ise hep sol söylemin
içinde algılandığı, medya alanında sendikal hak arayışında olanların en
basitinden işinden olduğu ve adeta zehirli atık muamelesi görerek hiçbir yerde
iş bulamadığı gri bir alan.
1990’ların
hemen başında basın sektöründen belli iş yerlerinde örgütlülüğünü sürdüren
sendikanın tümüyle çıkarılması için basın işverenleri hızlı bir süreç
başlatmış, büyük sermaye akışı yapılan ve adeta patlama yaşanan medya evresine
geçişte sendikal örgütlülük ve toplu sözleşme düzeni bir yük olmaktan
çıkarılmış, hükümetler bu süreci sessiz desteklemiş ve kolaylaştırmıştır. Medya
kuruluşları ise sendikalı ve sendikasız işyerleri arasındaki haksız rekabetin
ortadan kalktığını ilan etmişlerdir. Sendikalı olunca artan çalışan
maliyetlerinin toplu sözleşme düzeninin kaldırılmasıyla azalacağı iddia
edilmiş, çalışanın maaşına yansıtılacak artışların da çok daha fazla olacağı
vaat edilmiştir. Başta Sabah gazetesi olmak üzere sendikasız işyerlerinin
haksız rekabet yarattığı iddia edilmiştir. 2000 yılının hemen başlarından
itibaren Anadolu Ajansı haricinde, toplu sözleşme yapılan işyerinin kalmadığı
görülmektedir. Medya kuruluşlarında çalışanlar arasında sendika üyeliği
sürenler olsa da, işverenler toplu sözleşme için gereken çoğunluğa ulaşılmasını
önlemek için sendika üyeliğinden çekilmeleri ya da sendika üyesi olmaması için
çalışanlara yönelik etkili yöntemler uygulamaktadırlar. Örneğin sendikaya üye
olanların sayısında artış eğilimi izlenince, “çalışanlardan hizmet
sözleşmelerinin 212 sayılı Basın iş yasası kapsamında düzenlenmesi, sürmesi
için sendikadan istifa belgelerini getirmeleri istenebilmekte”, gerekirse iş
akti feshedilmektedir (TGS, 15 Haziran 2007). Bu arada bir önlem olarak Türkiye
Gazeteciler Sendikası üyelik başvurusu yapan çalışanların üyeliğini ilgili
işyerlerinde gerekli çoğunluğa (yüzde 50) ulaşmadan işyerlerine
bildirmemektedir.
Sendika,
medya kuruluşlarının “haber birimlerinde kadrolu olarak çalışan 212 sayılı
yasaya tâbi fikir işçilerini üye kabul etmektedir. “Gazetecilik işinin
yapıldığı bu işyerlerinde (ayrı bir şirket adı altında olmamak şartıyla) 4875
(eski 1475) sayılı Yasa’ya tâbi olarak çalışanlar da “asıl işe bağlı yardımcı
işler” çerçevesinde” üyelik başvurusu yapabilmektedirler. Sendikal
örgütlülüğün, toplu sözleşme düzeninin gerçekte bir işyeri dışında hemen
neredeyse kalmadığı medya sektöründe işverenler kadrolu çalıştırma ihtiyacı ya
da zorunluluğu duyduğu muhabirlerle bireysel hizmet sözleşmesi yapmakta,
muhabirler kendilerine sunulan standart sözleşmelere genellikle itirazsız imza
atmaktadırlar. Görünürde 212 sayılı Basın İş Yasası’na gönderme yapılarak düzenlenmişse
de çoğu zaman yasaya ve özlük haklarına aykırı (Basın Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğü’nce sarı basın kartı başvuruları esnasında itiraz edilen)
mahkemelerin iptal edebileceği hükümler de taşıyan sözleşmelere genellikle
itiraz gücüne sahip olmadıkları için, işlerini kaybetmemek için imza
atmaktadırlar. Muhabirlerin, kameramanların, foto muhabirlerinin bir bölümü 212
sayılı Basın İş Yasası yerine, yasalara aykırı olarak 4857 (eski 1475) Sayılı
İş Yasası’na göre sözleşme yapılarak da çalıştırılabilmekte, sosyal güvenlik
primleri gazetecilik iş kolundan yatırılmamaktadır. Bu durumda çalıştırılan pek
çok gazetecinin olduğu, çalışanlar ve meslek sendikası tarafından
belirtilmektedir.
2000’li
yılların hemen başında, medya alanı genişlemeye ve güçlenmeye devam ederken,
gazeteciler sendikasının Anadolu Ajansı dışında diğer işyerlerinde toplu
sözleşme yapma koşulları serbest piyasanın gereklerine dayandırılarak medya
gruplarınca ortadan kaldırılmıştır. En son Cumhuriyet’ten ve Anka Ajansı’nda da
düştükten sonra Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın gazetecilerin sendikal
hakları ve güvenceleri, çalışma koşulları, ücret artışları, tazminatlar,
karşılıklı sorumluluklar, izinler, sosyal yardımlar gibi temel haklarına ait
kapsamlı düzenlemeler içeren ve 2 yılda bir yenilenen toplu iş sözleşmesi
yaptığı son işyeri Anadolu Ajansı kalmıştır. 212 sayılı basın iş yasası ile
tanımlanan hakları “güvence” altına almanın yanında çalışanlara bu yasanın çok
daha ilerisinde haklar sağlayan bir toplu iş sözleşmesi işverenle, işyerinde
çalışan üyeleri adına sendika tarafından imzalanır. Anadolu Ajansı ile yapılan
“2006-2008” tarihli 2 yıllık toplu iş sözleşmesinin giriş bölümünde tarafları,
kapsam ve amaçları şöyle tanımlamışlardır: Bu Toplu İş Sözleşmesi, merkezi İstanbul’da
bulunan Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Merkezi Ankara’da bulunan Anadolu
Ajansı T.A.Ş. arasında İşverenin işyerlerinde çalışan TGS üyeleri ile İşverenin
ilişkilerini düzenlemek ve Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü ile Genel Müdürlüğe
bağlı işyerlerinde çalışan Türkiye Gazeteciler Sendikası “212 sayılı Yasa ile
değişik 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki
Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun”, “4857 sayılı İş Kanunu” ve “5188 sayılı
Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun” kapsamlarındaki bütün TGS üyelerinin
haklarını korumak üzere, bütün işyerlerinin özellikleri ve olanakları dikkate
alınarak, İşletme düzeyinde imzalanmıştır
Ancak
son kaleler olarak gösterilen Cumhuriyet’ten ve Anka Ajansı’ndan düşürülen
sendika ve toplu sözleşme düzeni sadece Anadolu Ajansı’nda, bir bakıma,
yaşatılmaktadır. Ajans çalışanları sendikal örgütlülüğe, toplu pazarlığa bu
işyerinde de son verileceği endişesini taşımaktadır.
“İstatistiklerde
gazetecilik işkolunda sendikalı görülen işçilerin ancak dörtte biri 5953 sayılı
Yasaya tabi gazetecidir; diğerleri işverenlerce 4857 sayılı Yasaya tabi olarak
çalıştırılanlardır. AB ülkelerinde sendikaya karşı tavır takınılmamakta, hatta
bazı ülkelerde işe girmeden sendika üyesi olmaları istenmektedir. Türkiye’de
ise işe alınırken sendikalı olup olmadığı sorulmakta sendikalı ise işe alınmak
istenmemektedir. Örneğin Sabah gazetesinde sendikalı olmayan çalışanların da
sendikadan istifası istenmiştir ve istifa etmişlerdir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder