2 Şubat 2017 Perşembe

                                               Sendikasızlaştırma Süreci

Piyasa toplumunun yapılandırılmaya çalışıldığı 90’ların başında, basından medyaya bir anda hızlanan dönüşümle (basın işletmelerinin çok göreceli müstakil (bağımsız) konumundan tümüyle çıkıp giderek büyük sermayenin/holdinglerin ve çeşitli dinî cemaatlerin çok ortaklı sermayesinin kontrolü altına girmesi; işletme ve yazı işleri yönetimlerinin örgütlenmesi; editoryal önceliklerin, ticari ve tüm içeriksel hedeflerin, çalışan kadrolarının, haber politikalarının, haber değerlerinin değişimi; teknolojiye odaklanma gibi stratejilerle) sektör tümüyle piyasa mantığının hakim olduğu bir rotada ilerlemiş ve genişlemiştir. Ülkedeki 12 Eylül rejimi ile ivme kaydeden neo-liberal genel ekonomik ve siyasal programın belirlediği düzlemde ortaya çıkan ve en başta emeğin ekonomik ve siyasi konumunu zayıflatan, ağır bir kuşku odağı haline getiren çeşitli baskılayıcı dönüşümler gazetecilik mesleğini de ciddi değişmelerle karşı karşıya bırakmıştır.

İlerleyen dönemlerde sektörde yaşam düzeyi çok yükselen küçük bir çalışan grubu öne çıkarken, çok çeşitli kategorilerde haber üretim sürecinin birincil ayağı konumundaki gazetecilerin çoğunluğu kazanım ve konumlarından biraz daha kaybetmiştir. Dünyayı örnek göstererek piyasa mantığını tek meşru yol olarak izleyen yeni yapılanma sürecinde, köklü demokratik gelenekleri de olmayan sektörde çalışma ilişkileri kolaylıkla yeniden şekillendirilmiştir. Gazetecilerin meslek sendikasının kendi stratejik yanlışlarıyla da birlikte hızla işlevsizleştirilmesi, işverenlerin basın-iş yasasını uygulamama çabaları, ekonomik, sosyal haklar çerçevesinde çalışanların örgütlü ve bireysel mücadelelerinin engellenmesi gibi sınıf tabanlı ekonomik talepleri yoksayan durumlar doğal bir süreç gibi işletilmiştir. Çalışanların giderek tamamına yakını işverenlerin belirlediği bireysel sözleşmelere ve uygulamalara tâbi kılınmış, buna yönetici konumundaki gazetecilerden de çeşitli biçimlerde (köşe yazarları, yöneticiler bu konularda genellikle sessiz kalmıştır) destek gelmiştir. Haber üretiminde beden ve zihin emeğiyle yer tutan iş gücünü temsil etmede sektörün bir bölümünde nispeten etkin olabilmiş meslek sendikası, kendi özel sorunlarıyla birlikte bu koşullarda toplu sözleşme düzenini sürdürme ve mesleğe ilişkin söz söyleme gücünü hızla yitirmiştir. Medya endüstrisinin aktörleri ve siyasi iktidarlar da ancak etkisiz bir kurum olarak kalmasına izin vermişlerdir. Serbest piyasa ekonomisi ve bireyselleşme kültürü ile meşruiyet sağlanmışken meslek profesyonellerinin önemli bir bölümünü oluşturan basın emekçisi muhabirlerin özlük haklarının zedelenmesi, çalışma ve geçinme koşullarının kötüleşmesi yaygın (doğal) bir durum haline gelmiştir.

Geçmişte, meslekte rol modeli olan gazeteciler yerine medya piyasasının ticari mantığına uygun olarak marka isimler diye tarif edilen bir bölüm yönetici, köşe yazarı, star gazeteci, özlük haklarını konu etmeyen, basın iş yasasına göre çalışır görünse de göstermelik asgari ücret yazılı sözleşmelere imza atan, gerçekte aldıkları yüksek ücret ve olanaklarla modern medya işvereninin gücünü, cazibesini, ayrıcalıklı yaşam tarzlarını, zenginlik, sınıf atlama ve servet sahibi olmayı temsil eden bir konuma gelmiştir. Ekonomik ve sosyal haklar bakımından geriye gidiş normalleştirilirken, iş güvencesinden yoksunluk ve sendikasızlık gazeteciliğin bireysellik mesleği olarak tarifine ve profesyonelliğe uygun sayılmıştır. Çalışanlar açısından tek yasal dayanak olarak kalan 212 sayılı basın-iş yasası işverenler ve yönetici gazeteciler tarafından “işletmeyi batıracak bir yük” olarak tanımlanırken, mümkün oldukça uygulanmaktan kaçınılmıştır.



Basın özgürlüğü ile gazetecinin özgürlüğü birbirinden farklı kavramlardır. Ancak genellikle basın özgürlüğü gazetecinin de özgürlüğü olarak anlaşılır. Kurum olarak medyaya sağlanan ya da sağlanması gereken özgürlükler ve ayrıcalıklarla ilgili uygulamalar ve tartışmaların kuruma mevcut gücü kazandıran içeriği üreten “bağımlı çalışanı” da kapsadığı sanılır. Oysa yalnızca bir “bağımlı çalışan” olarak gazetecinin kendi işvereni karşısındaki konumu irdelendiğinde bile basın özgürlüğünün aslında gazetecinin özgürlüğü olmadığı apaçık ortaya çıkar.

İster kamu adına bir dördüncü güç olarak, isterse toplumların kendisinin de içinde yer aldığı sermaye ve politik güç odaklarının beklentilerine uygun biçimde yönlendirilmesi görevini yerine getiren bir kurum olarak medyanın işlevleri ve yapısı her zaman o yapının içinde yer alan  “insan”ın önünde yer almıştır.

Özgürlük ve ayrıcalık gerçekte kime ve neye tanınmaktadır? Bir “bağımlı çalışan” olarak gazetecinin kendi işvereni karşısındaki konumu nedir?

Gazeteci medyanın bunca etkili işlevlerindeki temel rolüne rağmen alana yönelik araştırmalarda bir “bağımlı çalışan” olarak içinde olduğu koşullarla pek fazla ele alınmamıştır. Bu analizlerde, sunumlarda işsizlik, asgari ücret, fazla mesai alamama, uzun çalışma saatleri, iş güvencesinin yokluğu ve ortadan kaldırılması, kitleler halinde işten çıkartma, kitleler halinde emekli etme gibi insanın gerçek yaşam koşulu yer almamaktadır. “İnsan”ı geri plana atan bu anlayışla ileri sürülen gerekçelerin geçerliliği tartışmalı ve sosyal devlet anlayışının dışındadır.




                                   Medyada Sendikalaşmanın Durumu

İlk gazeteci örgütlerinin mesleki çıkar esasına göre değil, dostluk bağlarının geliştirilmesi ve ahlaki standartların belirlenmesi gibi amaçlarla dernek şeklinde kurulduğu zamanla ortak hak ve menfaatlerin korunması amacıyla sendikaya dönüştükleri belirtilmektedir.

Sendika, malum tarihimizde sistematik olarak olumsuz anlamlarla donatılmış bir kavram. Örgütlenme ise hep sol söylemin içinde algılandığı, medya alanında sendikal hak arayışında olanların en basitinden işinden olduğu ve adeta zehirli atık muamelesi görerek hiçbir yerde iş bulamadığı gri bir alan.

1990’ların hemen başında basın sektöründen belli iş yerlerinde örgütlülüğünü sürdüren sendikanın tümüyle çıkarılması için basın işverenleri hızlı bir süreç başlatmış, büyük sermaye akışı yapılan ve adeta patlama yaşanan medya evresine geçişte sendikal örgütlülük ve toplu sözleşme düzeni bir yük olmaktan çıkarılmış, hükümetler bu süreci sessiz desteklemiş ve kolaylaştırmıştır. Medya kuruluşları ise sendikalı ve sendikasız işyerleri arasındaki haksız rekabetin ortadan kalktığını ilan etmişlerdir. Sendikalı olunca artan çalışan maliyetlerinin toplu sözleşme düzeninin kaldırılmasıyla azalacağı iddia edilmiş, çalışanın maaşına yansıtılacak artışların da çok daha fazla olacağı vaat edilmiştir. Başta Sabah gazetesi olmak üzere sendikasız işyerlerinin haksız rekabet yarattığı iddia edilmiştir. 2000 yılının hemen başlarından itibaren Anadolu Ajansı haricinde, toplu sözleşme yapılan işyerinin kalmadığı görülmektedir. Medya kuruluşlarında çalışanlar arasında sendika üyeliği sürenler olsa da, işverenler toplu sözleşme için gereken çoğunluğa ulaşılmasını önlemek için sendika üyeliğinden çekilmeleri ya da sendika üyesi olmaması için çalışanlara yönelik etkili yöntemler uygulamaktadırlar. Örneğin sendikaya üye olanların sayısında artış eğilimi izlenince, “çalışanlardan hizmet sözleşmelerinin 212 sayılı Basın iş yasası kapsamında düzenlenmesi, sürmesi için sendikadan istifa belgelerini getirmeleri istenebilmekte”, gerekirse iş akti feshedilmektedir (TGS, 15 Haziran 2007). Bu arada bir önlem olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası üyelik başvurusu yapan çalışanların üyeliğini ilgili işyerlerinde gerekli çoğunluğa (yüzde 50) ulaşmadan işyerlerine bildirmemektedir.

Sendika, medya kuruluşlarının “haber birimlerinde kadrolu olarak çalışan 212 sayılı yasaya tâbi fikir işçilerini üye kabul etmektedir. “Gazetecilik işinin yapıldığı bu işyerlerinde (ayrı bir şirket adı altında olmamak şartıyla) 4875 (eski 1475) sayılı Yasa’ya tâbi olarak çalışanlar da “asıl işe bağlı yardımcı işler” çerçevesinde” üyelik başvurusu yapabilmektedirler. Sendikal örgütlülüğün, toplu sözleşme düzeninin gerçekte bir işyeri dışında hemen neredeyse kalmadığı medya sektöründe işverenler kadrolu çalıştırma ihtiyacı ya da zorunluluğu duyduğu muhabirlerle bireysel hizmet sözleşmesi yapmakta, muhabirler kendilerine sunulan standart sözleşmelere genellikle itirazsız imza atmaktadırlar. Görünürde 212 sayılı Basın İş Yasası’na gönderme yapılarak düzenlenmişse de çoğu zaman yasaya ve özlük haklarına aykırı (Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nce sarı basın kartı başvuruları esnasında itiraz edilen) mahkemelerin iptal edebileceği hükümler de taşıyan sözleşmelere genellikle itiraz gücüne sahip olmadıkları için, işlerini kaybetmemek için imza atmaktadırlar. Muhabirlerin, kameramanların, foto muhabirlerinin bir bölümü 212 sayılı Basın İş Yasası yerine, yasalara aykırı olarak 4857 (eski 1475) Sayılı İş Yasası’na göre sözleşme yapılarak da çalıştırılabilmekte, sosyal güvenlik primleri gazetecilik iş kolundan yatırılmamaktadır. Bu durumda çalıştırılan pek çok gazetecinin olduğu, çalışanlar ve meslek sendikası tarafından belirtilmektedir.




2000’li yılların hemen başında, medya alanı genişlemeye ve güçlenmeye devam ederken, gazeteciler sendikasının Anadolu Ajansı dışında diğer işyerlerinde toplu sözleşme yapma koşulları serbest piyasanın gereklerine dayandırılarak medya gruplarınca ortadan kaldırılmıştır. En son Cumhuriyet’ten ve Anka Ajansı’nda da düştükten sonra Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın gazetecilerin sendikal hakları ve güvenceleri, çalışma koşulları, ücret artışları, tazminatlar, karşılıklı sorumluluklar, izinler, sosyal yardımlar gibi temel haklarına ait kapsamlı düzenlemeler içeren ve 2 yılda bir yenilenen toplu iş sözleşmesi yaptığı son işyeri Anadolu Ajansı kalmıştır. 212 sayılı basın iş yasası ile tanımlanan hakları “güvence” altına almanın yanında çalışanlara bu yasanın çok daha ilerisinde haklar sağlayan bir toplu iş sözleşmesi işverenle, işyerinde çalışan üyeleri adına sendika tarafından imzalanır. Anadolu Ajansı ile yapılan “2006-2008” tarihli 2 yıllık toplu iş sözleşmesinin giriş bölümünde tarafları, kapsam ve amaçları şöyle tanımlamışlardır: Bu Toplu İş Sözleşmesi, merkezi İstanbul’da bulunan Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Merkezi Ankara’da bulunan Anadolu Ajansı T.A.Ş. arasında İşverenin işyerlerinde çalışan TGS üyeleri ile İşverenin ilişkilerini düzenlemek ve Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü ile Genel Müdürlüğe bağlı işyerlerinde çalışan Türkiye Gazeteciler Sendikası “212 sayılı Yasa ile değişik 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun”, “4857 sayılı İş Kanunu” ve “5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun” kapsamlarındaki bütün TGS üyelerinin haklarını korumak üzere, bütün işyerlerinin özellikleri ve olanakları dikkate alınarak, İşletme düzeyinde imzalanmıştır

Ancak son kaleler olarak gösterilen Cumhuriyet’ten ve Anka Ajansı’ndan düşürülen sendika ve toplu sözleşme düzeni sadece Anadolu Ajansı’nda, bir bakıma, yaşatılmaktadır. Ajans çalışanları sendikal örgütlülüğe, toplu pazarlığa bu işyerinde de son verileceği endişesini taşımaktadır.

“İstatistiklerde gazetecilik işkolunda sendikalı görülen işçilerin ancak dörtte biri 5953 sayılı Yasaya tabi gazetecidir; diğerleri işverenlerce 4857 sayılı Yasaya tabi olarak çalıştırılanlardır. AB ülkelerinde sendikaya karşı tavır takınılmamakta, hatta bazı ülkelerde işe girmeden sendika üyesi olmaları istenmektedir. Türkiye’de ise işe alınırken sendikalı olup olmadığı sorulmakta sendikalı ise işe alınmak istenmemektedir. Örneğin Sabah gazetesinde sendikalı olmayan çalışanların da sendikadan istifası istenmiştir ve istifa etmişlerdir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder